Dışarıdan bakınca gerçekten de toplumun bir terör saldırısını bu denli
ırkçı bir nefrete dönüştürmüş olması kulağa inanılmaz geliyor. Ancak aslında tüm
bu histerinin altında inanılması hiç de güç olmayan basit bir insan refleksi yatıyor.
Belki daha şaşırtıcı olan ise bu refleksin tüm siyasi ve toplumsal duruşumuzu belirlemedeki
rolü ve değiştirilmesi çok güç oluşudur. Bir başka deyişle hiç fark etmesek de
bu gözü dönmüş katil Amerikalılarla paylaştığımız ortak bir nokta var. O da bir
gruba ait olma refleksi ve bizim grubumuza ait olmayana duyduğumuz önyargı.
Önyargının Sosyal
Psikolojisi
Bu refleksi daha iyi anlayabilmek için sosyal psikolojinin yardımına başvuralım.
Sosyal psikoloji önyargıyı “belli bir grubun üyelerine karşı sahip olunan genel
tavır” olarak tanımlar (Kenrick ve arkadaşları, 2010). Buna göre insanlar kendi
gruplarının dışındaki gruplara önyargıyla yaklaşır ve bu gruplar hakkındaki önyargıları
bir stereotip altında toplarlar. Stereotip sosyal psikolojide “aynı
karakteristiklerin gerçekte var olan değişkenlikleri göz ardı ederek istisnasız
aynı grubun her üyesine atfedildiği bir genelleme” olarak tanımlanır (Aronson
ve arkadaşları, 2012). Örneğin, Fransızlar kibardır, İngilizler soğuktur, Türkler
misafirperverdir gibi... Stereotipler oluşturmanın kuşkusuz belli avantajları vardır.
Örneğin, Fransızlar hakkında zihnimize yerleşmiş olan stereotipik özellikleri
yani “kibar oluşları” bir gün bir Fransız’la karşılaştığımızda nasıl davranmamız
gerektiği konusunda bize ipuçları verebilir. Ama stereotiplerin bu hızlı karar
vermeye yardımcı olan özellikleri aynı zamanda büyük bir sosyal problemi de
beraberinde getirir. Bunun nedeni stereotiplerin aslında çoğu zaman yanlış
olmasıdır. Kuşkusuz zaman içinde çok ünlü ve kibar Fransızlar var olmuş ve bu stereotipi
oluşturmuşlardır ama Fransız insanı da en az diğer ülke insanları kadar kaba
olabilir. Stereotipleştirme tarihin en karanlık sayfalarında da karşımıza çıkar.
Irkçılık, cinsiyetçilik ve belli sosyal veya etnik gruplara karşı uygulanan ayrımcılık
hep belli bir stereotipleştirme üzerinden meşrulaştırılmıştır. Siyahlar kaba ve tembeldir, kadınlar belli
işleri yapamaz ve diğerleri…
Yine de stereotipleri kullanmaktan vazgeçmek çok zordur. Bunun nedeni insanın
aile, kabile, millet gibi gruplar halinde yaşamak için evrilmiş olmasıdır. Birey
olarak doğada sağ kalabilmek için başka insanlarla yardımlaşma ihtiyacını
gidermesi açısından grup halinde yaşamak hayatidir ve insan dışında birçok
hayvan türünde grup içi yardımlaşma gözlemlenebilir. Bunun sonucunda da birey ait
olduğu sosyal grubun çıkarını gözetme ve diğer gruplara karşı düşmanlık besleme
refleksini geliştirmiştir. Stereotipleştirme işte bu refleksin bir sonucudur.
Her refleks gibi bu otomatik davranış da çoğu zaman rasyonel düşüncenin
kontrolünden kaçar. Örneğin, birçok insan neden Galatasaraylı ya da Fenerbahçeli
ve ya Beşiktaşlı olduğunun rasyonel bir açıklamasını yapamaz. Dahası bir Galatasaraylı
olarak neden diğer takımlardan ve taraftarlarından nefret ettiğinin de rasyonel
bir açıklaması yoktur. Hele ortada çoğu taraftarın finansal ve ya politik bir kazancı
da yokken. Sosyal Psikolog Aronson ve arkadaşlarına (2012) göre ise içinde bulunduğumuz
grubu ne olursa olsun diğer gruplara karşı korumanın maddi olmasa dahi duygusal
kazançları bulunmakta. Buna göre birey olarak kazanmasak bile grubumuzun kazanması
çok ihtiyaç duyduğumuz kendine saygı, güven ve onur gibi duygularımızı
yenilememizi sağlar. Kısacası her gün kaybettiğimiz bir dünyada Beşiktaşlı ya
da Fenerli olarak kazanmak bizi mutlu eder ve gruba bağlılığımızı güçlendirir.
Siyasal Düşüncede Grup
Üyeliğinin Etkisi: Gezi Parkı ve Mısır
İşte bu noktada kendi grubunu koruma ve diğer grupları düşman olarak görme
reflekslerinin Türkiye’nin ve dünyanın siyasal ortamını anlamak için çok büyük
kolaylık sağladığını düşünüyorum. Bu reflekslerin sosyal, yazılı ve görsel
medyada her gün karşılaştığımız ve bu kadar da olmaz dedirtecek çifte standartların
açıklaması olabileceğini örneklerle anlatmaya çalışayım.
Gezi süreci boyunca ülke tam anlamıyla iki kampa ayrıldı: hükümet taraftarları
ve hükümet karşıtları. Ülkenin kabaca yüzde ellişerini oluşturan bu iki grubun varlığını
en iyi özetleyen Başbakan Erdoğan oldu. Erdoğan 2 Haziran’da attığı bir tweette
“Onlar Taksim’e 20 bin kişi çıkardıysa, ben 500 bin kişiyi Kazlıçeşme’ye çıkarırım”
demişti. Gerçekten de, 500 bin kişi olmasa da, binlerce kişi hükümeti
desteklemek için Kazlıçeşme’de toplandı. Ankara belediye başkanı da yine o sıralar
attığı bir tweette “sizi bir kaşık suda boğarız” demişti. Bu kadar keskin
hatlarla ayrılmış iki grubun birbiri için stereotipler oluşturması ve bu kalıplar
üzerinden karşı tarafa saldırması tabi ki kaçınılmazdı. Hükümet taraftarlarının
protestocular için oluşturduğu stereotip özellikleri arasında çapulcu, terörist
(Taksim’de atılan Molotof kokteylleri ve yakılan polis araçlarını referans
alarak), dinsiz ya da kafir (Cami’de
içki içildi haberlerini referans alarak), ve darbeci (Mustafa Kemal’in
askerleriyiz sloganlarını referans alarak) vardı. Buna karşın kendi gruplarının
bir üyesi olan Başbakan Erdoğan’ı bir kahraman ve çoğu zamanda darbecilerin,
faiz lobisinin, hatta İsrail’in devirmeye çalıştığı bir mazlum olarak gördüler.
Bu kesim için yine kendi gruplarını korumaya çalıştıklarını düşündükleri polis
de uyguladığı orantısız güç görmezden gelinerek mazlum ve kahraman oldu.
Buna karşın, hükümet karşıtları genelde hükümeti hedef alsalar da karşılarındaki
gruba bağnaz, geri kafalı, hatta bazen daha ileri giderek ahmak ya da kandırılmış
yaftalarını uygun gördüler. Kendi gruplarına mensup protestocuları bazen de
Molotof kokteyllerini göz ardı ederek demokrasi dersi veren kahramanlar ve
mazlum olarak alkışladılar.
Peki, gerçek mazlum ve kahraman kimdi? Stereotipleştirme ve önyargıyla
karar vermenin de problemi tam da buradan kaynaklanıyor. Öncelikle bu iki stereotipi de kırmak
neredeyse imkânsız. Etrafımızda çoğu konuda rasyonel davrandığını bildiğimiz insanların
bile sosyal reflekslerini değiştirmek son derece zordur. Bu tür refleksif
karar alma mekanizmalarının bu kadar yerleşik olmalarının nedeni iki grubun
üyelerinin kendine saygı ve güvenlerini bağlı bulundukları gruptan alıyor ve
grubun bir üyesine yöneltilen saldırıyı tamamen kendilerine yapılmış sayıyor olmaları.
Buna bağlı olarak gezi olaylarında tek bir objektif kahraman ve tek bir mazlum
yok (benim kendi kahramanlarım ve mazlumlarım dahil). Her grubun kendi kahramanı
ve kendi mazlumu var. İşte siyasetin en çarpıcı özelliği de bu: siyasette
objektif gerçekliğin yeri yok. Bu yüzden de siyaseti grup mekanizmaları dışında düşünmemiz imkansız.
2013 yazının ilerleyen günlerinde ise Mısır’dan gelen darbe haberi
neredeyse gezi protestolarını unutturdu. Aslında bu alışılmadık bir durum çünkü
öncesinde başka ülkelerden gelen darbe haberleri Türkiye’yi bu kadar
etkilemezdi. Bu sefer durumun farklı oluşunun nedeni Mısır’daki olayların çok
daha geniş bir grubu yani Ortadoğu siyasal İslam hareketini etkiliyor olması ve
başbakan dahil hükümet kanadının ve taraftarlarının kendini Mısır’daki Müslüman
Kardeşlerle özdeşleştiriyor olması… Olayın hükümet karşıtları için ilginç hale
getiren ise sokak göstericilerini “teröristler” ve polisi “kahramanlar” olarak tanımlayan
demeçleriyle protestoculara karşı polisin aşırı gücünü onayladığını gözler önüne
seren Başbakanın Mısır hükümetine karşı ayaklananları “mazlum” olarak tanımlamasıydı.
Bu demeçlere grup dinamikleri üzerinden bakınca ortada şaşırtıcı bir şey yok çünkü
bu sefer polis şiddetine maruz kalanlar Başbakan’ın kendi grubunun üyeleri. Başbakan’ın
gezi de ölenler için uykularını bölmemesi fakat Mısır’da ölenler için gözyaşı
dökmesinin nedeni de farklı değil. Bir kez daha tekrarlayacak olursak insan
olarak ilk refleksimiz kendi grubumuzdan olanı haklı görmek karşıdaki grubu haksız
görmektir. Bunu yaparken de çoğu zaman bu görüşlerimizi zayıf veya güçlü mazeretlerle
haklı çıkararak kendi kendimizle çelişmeyi önlemeye çalışırız.
Bu tür davranışları sergileyen sadece hükümet destekçileri dersek yanılmış
oluruz. Hükümet karşıtları içinde ulusalcı kesiminde “faşist” olmakla suçladığı
Başbakan’ın yerine ordunun yönetime el koymasını destekleyenlerin varlığı da yadsınmayacak
bir gerçek. Yine belirttiğim gibi iki baskıcı rejim seçeneği arasında “benim faşistim
daha iyidir” mantığıyla hareket etmek ve bu tercihi mazeretlerle haklı çıkarmaya
çalışmak ait olduğu grubu ne pahasına olursa olsun koruma refleksinin bir ürünüdür.
Siyasal Düşüncede Önyargıyı
Azaltmak
Önyargı ve stereotiplerle düşünmenin bu insanlıktan ve rasyonellikten uzak
antik ve hayvansı içgüdülerini sadece Türkiye’ de değil iki grubun var olduğu
her çatışmada duyanın her yerinde görmek mümkün. Yine de umutsuzluğa kapılmak doğru
değil. Sosyal psikologlara göre önyargı ve stereotiplerle hareket etmekten
kurtulmak, grup refleksinin ve önyargının siyasi rasyonalitenin önüne geçmesini
önlemek için bir kaç şey yapabiliriz. Örneğin, iki grup arasındaki diyalog ve kontağı
geliştirmek önyargıyı ve stereotiplerin etkisini azaltabilir. Bir başka deyişle
iki grubun üyelerinin aynı ortamda birbirlerini dinleyebilmesi gruplar arası
empatinin gelişmesini, yanlış stereotiplerin ortadan kalkmasını ve dolayısıyla
önyargıdan arınmış rasyonel karar vermemizi sağlayabilir. Bunun en güzel
örneğini yine Gezi sürecinde bir araya gelip farklılıklarını tamamen ortadan
kaldırabilmeyi başaran taraftar gruplarında görebiliriz.
Psikolog Gordon Allport’a göre karşılıklı empatiyi oluşturabilmek için
gerekli olan grupların özgür düşüncelerini eşit bir şekilde paylaşabilecekleri ortamı
devletin kurumlarının kanun yoluyla sağlayabilmesi gerekiyor. Fakat
hükümetin/devletin taraf olduğu bir grup çatışmasında bunu beklemek fazla iyimserlik
olabilir. Bu durumda da iş yine sivil toplum kuruluşlarına ve hiç kimsenin
nedense haz etmediği akil insanlara kalıyor.
Münir Güneş Kutlu
Not: Son bir kısa
örneği de daha tartışmalı bir noktadan vermek isterim. Güneydoğu’da senelerdir
süren iç savaşın karşılıklı iki cephesindeki insanların düşmanları, ölüleri ve
şehitleri farklıdır. Muhtemelen her iki grubun da öldürdükleri insanları haklı
çıkarmak için sundukları insanın içini acıtacak mazeretleri bu çatışma
süresince duymuşuzdur. Bu gerekçeler dahilinde Kürtler kimliksizlikle itham
edilmiş, bir yandan da PKK şikayetçi olduğu baskıların acısını İstanbul’un
ortasında patlattığı bombalarla masum insanlardan çıkarmıştır. Bu çok daha uzun
bir yazının konusu olabilecek olaylar bize insanların kendi grubu dışındaki
bireyleri bazen insan olarak bile görememenin acizliğini net şekilde
göstermektedir. Böylece de Türkiye’de önyargının ve milliyetçilik sekliyle
grupçuluğun en can yaktığı yer de yine Güneydoğu olmuştur.
Kaynakça
Aronson, E., Wilson, T.
D., & Akert, R. M. (2012). Social
psychology. Pearson Higher Ed.
Kenrick, D. T., Neuberg,
S. L., & Cialdini, R. B. (2010). Social
psychology: Goals in interaction. S. Hartman (Ed.). Pearson.